Notice: Trying to access array offset on value of type bool in /home/metufekci/domains/metufekci.av.tr/public_html/parametre.php on line 74
Doktor Uygulama Hatası (Malpraktis) Tazminat Davası Nedir?

Doktor Uygulama Hatası (Malpraktis) Tazminat Davası Nedir?

Quote

Doktor Uygulama Hatası (Malpraktis) Tazminat Davası Nedir?.

Genel olarak tıbbi malpraktis, diğer bir deyişle doktorun tıbbi uygulama hatası; doktorun veya tıp merkezi, poliklinik, hastane vb. sağlık kuruluşlarının bilgisizliği, deneyimsizliği veya ilgisizliği nedeniyle yanlış teşhis, hatalı tedavi veya eksik bakım hizmeti neticesinde hastanın zarar görmesi olarak tanımlanabilir..

Paylaş:
Doktor Uygulama Hatası (Malpraktis) Tazminat Davası Nedir?

Haber detayı

Doktor Uygulama Hatası (Malpraktis) Tazminat Davası Nedir?
Genel olarak tıbbi malpraktis, diğer bir deyişle doktorun tıbbi uygulama hatası; doktorun veya tıp merkezi, poliklinik, hastane vb. sağlık kuruluşlarının bilgisizliği, deneyimsizliği veya ilgisizliği nedeniyle yanlış teşhis, hatalı tedavi veya eksik bakım hizmeti neticesinde hastanın zarar görmesi olarak tanımlanabilir.
Tıbbi malpraktis (doktor hatası) nedeniyle tazminat davası; hastalığın teşhisi (öykünün alınması, tetkiklerin yapılması vb.), tedavisi (hastaya ilaç verilmesi, ameliyat edilmesi, iğne yapılması vb.) ve hastanın bakımı aşamalarında tıbbi standartlara aykırı yapılan her türlü uygulamadan kaynaklanmaktadır.
Tıbbi malpraktis (kötü hekim uygulaması) kavramı, Türk Tabipleri Birliği (TTB) Hekimlik Meslek Etiği Kuralları’nın 13. maddesinde genel olarak şu şekilde tanımlanmıştır:
Bilgisizlik, deneyimsizlik ya da ilgisizlik nedeniyle bir hastanın zarar görmesi “hekimliğin kötü uygulaması” anlamına gelir.
Tıbbi Malpraktis (Doktor Hatası) Nedeniyle Tazminat Davası Şartları
Tıbbi müdahale, belli ölçülerde risk içerdiğinden hastanın iznine tabidir. Örneğin, ameliyat olmayı kabul etmeyen bir hastanın yararına bile olsa, doktor kendiliğinden hastayı ameliyat kararı veremez. Ancak, izni olsa bile hasta üzerinde doktor tarafından yapılacak her türlü uygulama tıp bilimin genel olarak tanınıp kabul edilmiş, “tıbbi standart” olarak adlandırılan meslek kurallarına uygun olarak gerekli özen gösterilerek yapılmalıdır. Tıbbi standartlara aykırı her türlü tıbbi müdahale malpraktis olarak nitelendirilmektedir.
Tıbbi malpraktis (hekim hatası) kavramı, yerleşik Yargıtay ve Danıştay kararlarında şu şekilde açıklanmaktadır:
Tıp biliminin standartlarına ve tecrübelere göre gerekli olan özenin bulunmadığı ve bu nedenle de olaya uygun gözükmeyen her türlü hekim müdahalesi uygulama hatası (malpraktis) olarak anlaşılmaktadır. Diğer bir ifadeyle, hastanın tanı ve tedavisi sırasında standart uygulamanın yapılmaması, bilgi ve beceri eksikliği, hastaya uygun tedavi uygulanmaması; tıbbi hata olarak tanımlanabilir. Bu noktada hatalı tıbbi uygulama sonucu doğacak sorumluluk “kusura dayalı genel sorumluluk”tur. Hekimin hukuksal sorumluluğu bakımından ölçü; tecrübeli bir uzman hekim standardıdır. Hekim, objektif olarak olayların normal gelişimine ve subjektif olarak da kendi kişisel tecrübesine, kişisel yeteneğine, bireysel mesleki bilgisine, eğitiminin nitelik ve derecesine göre, hastanın sağlığında bir zarar gelmesini önceden görebilecek durumda olmalıdır. Bu halde karşımıza özen yükümlülüğü çıkmaktadır. Hekimin özen yükümlülüğünün ihlali, üç alanda yoğunlaşmaktadır; birincisi, hastanın tedavisinde yani teşhis, endikasyon, tıbbi tedbirin seçimi, bu tedbirin uygulanması, tedavi yahut cerrahi girişim sonrası bakım alanındadır. İkincisi, hastanın aydınlatılması ve anamnez alınmasıdır. Üçüncüsü, klinik organizasyonu alanında (personelin niteliği, yeterli sayıda personel bulundurulması, hekimlerin birbiriyle işbirliği (Konsültasyon)dir. Bu üç alandaki kusuru, sırasıyla uygulama kusuru (tedavide hata), aydınlatma kusuru ve organizasyon kusuru olarak değerlendirmek mümkündür. Bu üç kusura “Tıbbi Uygulama Hatası” (Malpraktis) adı verilmektedir.
Hastaya yapılan doktor müdahalesi, tıp biliminin standartlarına, tecrübelere göre özenli ve somut vakıaya uygun yapılmalıdır. Doktor hasta ilişkisinde tazminat davasına konu olan tıbbi standart ihlali, yani malpraktis şu şekillerde ortaya çıkmaktadır:
Teşhis aşamasında,
Tedavi aşamasında (endikasyon eksikliği, yanlış tedavi yönteminin seçimi),
Organizasyon yükümlülüğü (klinik organizasyonu, hastanın bakımı için personelin yeterli ve nitelik olup olmadığı, konsültasyon).
Teşhis aşamasında; doktorun hastanın muayenesini eksik yapması, hastaya ilişkin hastalık öyküsü veya geçmiş bilgisinin (anamnezi) hiç veya gereği gibi alınmaması, gerekli tetkiklerin yapılmaması vb. gibi hatalar tıbbi malpraktis olarak kabul edilmektedir. Örneğin, alerjisi olan kişi açısından tehlikeli bir ilaç enjekte eden doktorun, hastaya alerjisi olup olmadığını sormaması teşhis aşamasında gerçekleşen bir malpraktis örneğidir.
Tedavi aşamasında; Yargıtay kararlarına göre, hastalık için gerekli tıbbi müdahalenin hiç yapılmaması, ameliyat sırasında hastanın vücudunda yabancı madde unutulması, yanlış tedavi yöntemi seçilmesi, yanlış ilaç verilmesi, yanlış yere veya hatalı iğne yapılması, hastanın veya müdahale edilecek uzvun karıştırılması, müdahalenin ölçüsüz bir şekilde yapılması, hijyen kurallarına dikkat edilmemesi veya hatalı ameliyat tarzının benimsenmesi tıbbi malpraktis örnekleri olarak kabul edilmektedir.
Organizasyon yükümlülüğü aşamasında; Yargıtay kararlarına göre, hastanın sağlık durumu, hastalığın tipi ve ağırlığına göre dürüstlük ilkesinin (M.K. m.2) zorunlu kıldığı tedbirlerde özensizlik malpraktis olarak kabul edilmektedir. Bu tedbirlerin alınabilmesi için gerekli nitelikli personelin bulundurulması, hastalığın tedavisi için gerekli olduğunda hekimlerin konsultasyonunun (işbirliği) sağlanması gibi hususların sağlık kuruluşu tarafından organize edilmesi gerekir. Organizasyon yükümlülüğünün yerine getirilmemesi sağlık kuruluşu açısından doktorun teşhis veya tedavi hatalarına ek olarak sorumluluk getirmektedir.
Teşhis, tedavi veya organizasyon aşamalarında yapılan hatalar nedeniyle zarar gören hastanın sorumlular hakkında malpraktis nedeniyle tazminat davası açma hakkı olduğu konusunda kuşku yoktur. Malparaktis (doktor hataları) nedeniyle tazminat sorumluluğunu gerektiren haller açısından özellik arz eden iki hususu da ayrıca vurgulamak gerekir:
Konsültasyon: Zorunlu olduğu halde konsültasyon yapılmaması veya konsultasyona uygun davranılmaması da tıbbi malpraktis nedeniyle tazminat sorumluluğunu doğurur. Konsültasyon, hastanın teşhis, tedavi ve takibi için sorumlu doktorun gerekli gördüğünde diğer uzmanlık alanları ile görüş alışverişi veya işbirliği yapmasıdır. Hekim, konsültasyon yapılması gereken bir noktada ilgili uzman doktora danışmadan hareket etmiş veya konsültasyon neticesinde verilen bilginin gereğini yerine getirmeden tıbbi uygulama yapmış ise, hekimin malpraktis halinde tazminat sorumluluğu doğmaktadır.
Stabilizasyon: Stabilizasyon, hastanın bir istikrar veya dengeye kavuşmasını ifade eder. Stabilizasyon, hastanın maruz kaldığı ve acil servise gelmesine sebep olan tıbbi rahatsızlığının belli ölçüde giderilip vücut dengesinin yeniden sağlanması, rahatsızlığının ilerlemesinin durdurulması, vücut fonksiyonlarının sabitleştirilerek aynı kararda devam edecek hale getirilmesi, daha ileri müdahale gerektiren durumlarda o müdahale yapılıncaya kadar hastaya tıbbi destekte bulunularak hastanın dengede tutulması ve yeni komplikasyonlar doğmasına engel olunmaya çalışılması anlamlarına gelmektedir. Acil servis görevlilerinin, acil bir tıbbi vaka nedeniyle acil servise gelmiş bir hastaya, sosyal güvencesinin olup olmadığını ve diğer özelliklerini nazara almadan stabilizasyonu sağlanıncaya kadar bütün tıbbi hizmetleri sunmaları zorunludur (YCGK-K.2017/278). Hastanın stabilizasyonu sağlanmadan sevk edilmesi veya taburcu edilmesi halinde, doğacak olumsuz sonuçlar tıbbi malpraktis (doktor hatası) nedeniyle tazminat sorumluluğunu gerektirecektir.
Doktorun Tazminat Sorumluluğunun Hukuki Dayanağı
Malpraktis davaları (doktor hatası nedeniyle tazminat davaları) hukuki dayanağını haksız fiil, sözleşmeye aykırılık, vekaletsiz iş görme veya hizmet kusuru yapılmasından almaktadır. Hasta, idareye karşı tıbbi malpraktis davası açarken hizmet kusuruna; gerçek veya özel hukuk tüzel kişilerine dava açarken haksız fiil, sözleşmeye aykırılık veya vekaletsiz iş görme gerekçelerinden birine dayanmalıdır. Tıbbi uygulama hataları nedeniyle tazminat davaları, yapılan tıbbi uygulamanın niteliğine göre farklı hukuki gerekçelere dayanılarak açılabilir:
1. Haksız Fiil Sebebiyle Malpraktis Davası: Haksız fiil, bir kimsenin hukuka aykırı ve kusurlu bir eylemle sözleşme dışında başka bir kimseye vermiş olduğu zarardır (6098 sayılı BK m.49 vd.) Doktorun insan bedenine tıbbi standartlara aykırı bir şekilde yaptığı her türlü müdahale esasen haksız fiil olarak kabul edilir. Haksız fiil sorumluluğu, doktorun kusurlu hareketleri nedeniyle hastaya verdiği zararların tazmin edilmesini gerektirmektedir. Ancak, bazı hallerde hasta ile hekim arasında sözleşme olmadığı için hekimin sorumluluğu sadece haksız fiil hükümlerine göre mümkün hale gelir. Örneğin, özel hastanenin acil servisine gelen hastaya bakmayan doktor haksız fiil hükümlerine göre sorumlu tutulacaktır. Çünkü, acil servise gelen hasta ile doktor arasında henüz bir sözleşme ilişkisi yoktur.
2. Sözleşmeye Aykırılık Nedeniyle Malpraktis Davası: Tıbbi müdahale, acil durumlar veya amliyatın genişletilmesini gerektiren haller hariç hasta ile doktor arasında müdahalenin çerçevesini belirleyen bir sözleşme ilişkisi kurulmasını zorunlu kılar. Sözleşme ilişkisine rağmen, hasta, haksız fiil veya sözleşmeye aykırılık hukuki sebeplerinden herhangi birine dayanarak malpraktis davası açma konusunda seçimlik bir hakka sahiptir. Tıbbi müdahalenin mahiyetine göre hasta ile doktor arasında iki şekilde sözleşme ilişkisi kurulabilir:
Vekalet Sözleşmesi: Kural olarak doktor/hasta ilişkisi hukuki nitelik itibariyle “vekalet sözleşmesi” kapsamında değerlendirilmektedir (6098 sayılı Borçlar Kanunu m.502 vd.). Vekalet sözleşmesi hükümlerine göre hasta, vekil eden; doktor ise tıbbi uygulamayı yapacak vekil olarak nitelendirilmektedir. Kanuna göre vekil, yani tıbbi uygulamayı yapan hekim, vekalet görevine konu hastanın teşhisi veya tedavisi işini yerine getirirken, olumlu neticenin elde edilmemesinden sorumlu değilse de, bu sonuca ulaşmak için gösterdiği çabanın, yaptığı işlemlerin, eylemlerin ve davranışların özenli olmayışından doğan zararlardan dolayı sorumludur.
Eser Sözleşmesi: Doktorun insan vücudunda bir eser meydana getirmesini amaçlayan tıbbi uygulamaları ise, hukuki açıdan “eser sözleşmesi” olarak nitelendirilmektedir (6098 sayılı Borçlar Kanunu m.470 vd.). Örneğin, vücuda takılan her türlü protez, lazer epilasyon, güzellik uygulamaları, estetik ameliyatlar vb. edimler eser sözleşmesi çerçevesinde yerine getirilmektedir. Özellikle belirtelim ki, herhangi bir dişi tedavi eden diş doktorunun hukuki durumu “vekalet sözleşmesi”, takma dişi (protez diş) hastaya uygulayan diş doktorunun hukuki durumu “eser sözleşmesi” hükümlerine göre belirlenecektir.
3. Vekaletsiz İş Görme Hükümleri: Doktorun, hastasının izin ve onayını almadığı halde tıbbi müdahale yapması halinde vekaletsiz işgörme sözkonusu olacaktır. Vekâletsiz işgören doktor, hastaya karşı her türlü ihmalinden dolayı tazminat sorumluluğu altındadır (BK m.527). Ayrıca, acil müdahale gerektiren hallerde doktor hastaya gerekli tıbbi müdahaleyi yapmak zorundadır (Tıbbi Deontoloji Nizamnamesi m.3) Doktorun bu tıbbi müdahalesi vekaletsiz iş görme hükümlerine dayanmaktadır. Vekaletsiz iş görme hükümlerinin geçerli olduğu başka bir durum da ameliyat sırasında ameliyatın genişletilmesi gerektiğinde doktor ile hasta ilişkisinin vekaletsiz işgörme hükümlerine göre kurulmasıdır.
4. Kamu Hastanelerinin Hizmet Kusuru: Kamu hastaneleri veya sağlık kuruluşları; aile sağlık merkezleri, devlet hastanesi, devlet üniversitesi hastanesi, araştırma hastanesi, ruh ve sinir hastalıkları hastanesi vb. isimlerle faaliyet göstermektedirler. Tıbbi standart ve tıbbi malpraktis, özel veya kamu hastanelerinde aynı hukuki sorumluluğu doğurmaktadır. Ancak, kamu hastanelerinin sorumluluğu idare hukukundaki hizmet kusuruna dayanmaktadır. İdare, kamu hizmetlerinin gereği gibi işlemesini sağlayacak organizasyonları yaparak yeterli araç ve gereçle donatılmış bina ve tesislerde, hizmetin özelliğine uygun olarak seçilen ve yetişmiş personelle hizmeti yürütmekle yükümlüdür (D15-K.2015/413).
Hasta, malpraktis nedeniyle tazminat davasını şartları varsa sözleşme veya haksız fiil hukuki sebeplerinden herhangi birine dayanarak açabilir. Özellikle belirtelim ki, doktorun hukuki sorumluluğu kusura dayalı olmasına rağmen, vekalet sözleşmesinin niteliği gereği doktor en hafif kusuru nedeniyle meydana gelen zararın tamamından sorumludur. Doktorun tıbbi uygulamayı yaparken kusursuz olması halinde sorumluluğu söz konusu olmayacaktır. Eser sözleşmesi, tarafların belli bir sonucun elde edilmesini kararlaştırdığı sözleşmeler olduğundan, sonucun elde edilememesi kusurundan kaynaklanan doktor tazminat sorumluluğu altındadır. Yargıtay kararlarında doktorun vekalet veya eser sözleşmesine dayanan hukuki sorumluluğunun niteliği şu şekilde ifade edilmektedir:
Vekalet Sözleşmesi Nedeniyle Doktorun Hukuki Sorumluluğu: Vekil, vekalet görevine konu işi görürken, yöneldiği sonucun elde edilmemesinden sorumlu değilse de, bu sonuca ulaşmak için gösterdiği çabanın, yaptığı işlemlerin, eylemlerin ve davranışların özenli olmayışından doğan zararlardan dolayı sorumludur. Vekil, işçi gibi özenle davranmak zorunda olup, hafif kusurundan bile sorumludur. (BK m.400 ) O nedenle, doktorun meslek alanı içinde olan bütün kusurları, hafif de olsa, sorumluluğun unsuru olarak kabul edilmelidir. Doktor, hastasının zarar görmemesi için, mesleki tüm şartları yerine getirmek, hastanın durumunu tıbbi açıdan zamanında ve gecikmeksizin saptayıp, somut durumun gerektirdiği önlemleri eksiksiz biçimde almak, uygun tedaviyi de yine gecikmeden belirleyip, uygulamak zorundadır. Asgari düzeyde dahi olsa, bir tereddüt doğuran durumlarda, bu tereddüdü ortadan kaldıracak araştırmalar yapmak ve bu arada da, koruyucu tedbirleri almakla yükümlüdür. Çeşitli tedavi yöntemleri arasında bir seçim yapılırken, hastanın ve hastalığın özellikleri göz önünde tutulmalı, onun risk altına sokacak tutum ve davranışlardan kaçınılmalı, en emin yol seçilmelidir. Gerçekte de, müvekkil, mesleki bir işgören; doktor olan vekilden, tedavinin bütün aşamalarında titiz bir ihtimam ve dikkat göstermesini beklemek hakkına sahiptir. Gereken özeni göstermeyen vekil, (B.K.nun 394/1.) TBK’nun 510. maddesi hükmü uyarınca, vekaleti gereği gibi ifa etmemiş sayılmalıdır.
Eser Sözleşmesi Nedeniyle Doktorun Hukuki Sorumluluğu: Eser sözleşmesinde, işin uzmanı sayılan yüklenici, yapımını yüklendiği işi, özen borcu gereği olarak fen ve sanat kurallarına, sözleşme hükümlerine, kendisine duyulan güvene ve beklenen amaca uygun şekilde yapmakla ödevlidir.Eser sözleşmesini diğer iş görme sözleşmelerinden ayıran önemli özelliklerinden birisi sonuç sorumluluğu, yani tarafların iradeleri doğrultusunda yüklenici tarafından bir sonucun meydana getirilmesi taahhüdüdür. Zira; eser sözleşmesinde bir eserin yaratılıp teslim edilmesi borcu altına girilmektedir. Bu borcun altına giren taraf yani yüklenici, işin mahiyeti gereği işi sadakat ve özenle yerine getirmek zorundadır. Sadakat borcu, yüklenicinin iş sahibinin yararına olacak şeyleri yapması ve ona zarar verecek her türlü eylemden kaçınmasıdır. Eserin, sözleşmede kararlaştırılan niteliklerine, ya da iş sahibinin beklediği amaca uygun olmaması veya lüzumlu bazı vasıflardan bir ya da bir kaçının bulunmaması halinde ayıplı ifa edildiğinin kabulü gerekir. Eser sözleşmesinde yüklenici, belli bir sonucu (eser) taahhüt ettiğinden sonuç gerçekleşmesi için davacı iş sahibinin zarar görmemesi için mesleki tüm şartları yerine getirmeli, somut durumun gerektirdiği tedbirleri noksansız biçimde almalı, uygun tedaviyi belirleyip uygulamalı, uygulanan tedavide nadirde olsa görülebilecek olumsuz sonuçlara dair davacıyı aydınlatıp uyarmalı ve davacının bu hususta rızasını almışsa, eserini iş sahibi davacının ondan beklediği amaca uygun olarak tamamlayarak teslim etme yükümlülüğündedir (Y3HD-K.2015/15750).
Kamu veya Özel Hastanelerin Tazminat Sorumluluğunun Hukuki Dayanağı
Kamu hastaneleri veya sağlık kuruluşlarının (devlet hastaneleri, vakıf veya üniversite hastaneleri veya aile sağlık merkezi gibi sağlık kuruluşları) hukuki sorumluluğu idare hukukundaki hizmet kusuru kavramına dayanmaktadır. İdarenin hizmet kusuru nedeniyle açılan tazminat davalarına “tam yargı davası” denilmektedir. İdare sağlık hizmetlerinin gereği gibi ifa edilmesini temin edecek organizasyonları yaparak yeterli araç ve gereçle donatılmış bina ve tesislerde, sağlık hizmetinin özelliğine uygun olarak seçilen ve yetişmiş personelle hizmeti yürütmekle yükümlüdür. Sağlık hizmetinin verilmesi, organizasyonu veya işlemesinde idarenin çalışanlarından (doktor, ebe, hemşire, sağlık hizmetlisi vb.) kaynaklanan kusurlara “hizmet kusuru” denilmektedir.
Doktor-hasta ilişkisinin herhangi bir evresinde tıbbi standartların ihlal edilmesi malpraktis (doktor hatası) nedeniyle tazminat sorumluluğunu doğurur. Doktorun sorumluluğu, “haksız fiil”, “vekalet sözleşmesi”, “eser sözleşmesi”,”vekaletsiz iş görme” hükümlerine; kamu hastanelerinin sorumluluğu hizmet kusuruna; özel hastane veya sağlık kuruluşunun sorumluğu ise “hasta kabul sözleşmesi” çerçevesinde özel hukuktan kaynaklanan kusura dayanan sorumluluk rejimine dayanmaktadır.
Özel hastanelerde, sözleşme ilişkisi kural olarak hasta ile hastane arasında kurulmaktadır. Doktorun hukuki sorumluluğu devam etmekle birlikte şirket, adi ortaklık veya gerçek kişi olarak faaliyet gösteren özel hastanenin sorumluluğu da bu sözleşme kapsamında doğmaktadır. Hasta ile hastane arasında hem tıbbi uygulamayı hem de bakım uygulamalarını (yatırma, yeme-içme, temizlik vb.) içeren ve sözlü olarak da yapılabilen “hastaneye kabul sözleşmesi” yapılmaktadır. Özel hastane kabul sözleşmesi, tam veya kısmi bir hizmeti içerecek şekilde yapılabilir. Örneğin, sadece muayene olmak isteyen bir hastanın hastanede bakım ihtiyacı olmadığından, bu hastayla kısmi hastane kabul sözleşmesi yapıldığı kabul edilmektedir.
Özel hastane kabul sözleşmesi, kanunda yer alan tipik sözleşmelerden değildir. Özel hastaneye kabul sözleşmesi, malpraktis nedeniyle özel hastanelerin hukuki sorumluluğunun belirleyen ve herhangi bir şekil şartına tabi olmayan bir sözleşmedir. Sözleşme, sözlü yapılabileceği gibi içeriği tarafların istemlerine göre yazılı bir şekilde de düzenlenebilen, hasta ile özel hastane arasında yapılan kendine özgü bir sözleşme türüdür.
Yargıtay uygulamasına göre, özel hastane işleticisi doktorun tıbbi uygulama hatalarından sorumlu olduğu gibi aşağıda örnekleri verilen hallerde de ayrıca tazminat sorumluluğu doğmaktadır:
Testler yapılmadan hastalığın teşhisine gidilmesi,
Kan grubu tespitinde hata yapılması,
Cerrahi müdahalede kullanılan araç ve gereçlerin bozuk olması
Ameliyatı takiben kullanılan kompresin gereğinden fazla sıcak olması ve yanıklara yol açması.
Ruh hastasının kontrol edilmemesi nedeniyle intiharı,
Yangına karşı gerekli tedbirlerin alınmaması,
Bozuk yiyecek verilmesi yüzünden zehirlenmelere yol açılması,
Yeterli ısıtma yapılmadığı için hastalığın ağırlaşması,
Yeni hastalığa sebebiyet verilmesi.
Özel hastane veya diğer sağlık kuruluşlarını işleten gerçek veya tüzel kişinin somut organizasyon yükümlülükleri vardır. Hastane veya sağlık kuruluşu işleticisi, doktor ve bütün sağlık personelinin seçimi, denetlenmesi ve organizasyonuna ilişkin yükümlülüklerini gereği gibi yerine getirilmelidir. Örneğin, hastanede yapılacak bir işin veya tıbbi uygulamanın o görevin uzmanı olmayan bir kişiye verilmesi halinde hastane işleteninin organizasyon kusuru olarak kabul edilmekte ve tazminat sorumluluğuna neden olmaktadır.
Yargıtay kararlarında özel hastaneye kabul sözleşmesinin hukuki niteliği şu şekilde açıklanmıştır:
Hastaneye Kabul Sözleşmesi: Özel hastanelerde kural olarak hekim ile hasta arasında değil; hastane ile hasta arasında bir sözleşme ilişkisi vardır. Özel hastane ile hasta arasındaki sözleşme, Borçlar Kanununda düzenlenmiş tipik bir sözleşme değildir. Özel hastaneye başvuran bir hasta veya kanuni temsilcisi ile yapılan ve özel hastane işleticisinin hem tıbbi hem de diğer mutad edimleri (yatırma, yedirip içirme vs.) yerine getirmeyi üstlendiği sözleşmeye “Hastaneye Kabul Sözleşmesi” adı verilmektedir. Hastaneye kabul sözleşmesinin kurulması için herhangi bir şekil şartına uyulması zorunluluğu bulunmamaktadır (B.K.m.11/1); hatta bu sözleşmenin zımni irade açıklaması ile kurulması dahi mümkündür. Bu şekilde hastaneye (hasta) kabul sözleşmesi adı altında, birden fazla edimi içeren, karma yapıda ve nitelikte, bir sözleşme ilişkisinin kurulması söz konusudur. Bu sözleşme, özel hastane sahibi/işleticisinin, ayrıca bir tedavi yükümünü üstlenmiş bulunup bulunmamasına göre, tam (bölünmemiş) ya da kısmi (bölünmüş) hastaneye kabul sözleşmesi görünümünde kurulmuş olabilir. Özellikle, tam hastaneye kabul sözleşmelerinde, hastane işleticisinin hastaya karşı; hastalığın teşhis ve tedavisi için gerekli tıbbi hizmetlerin verilmesi edimi başta olmak üzere, hastane bakımının sağlanması, hastanenin organizasyonu ve işleyişini gerçekleştirme yükümleri asli edim yükümleri olarak ortaya çıkmaktadır. Hastaneye kabul sözleşmesinin hukuki niteliğinin tespiti bakımından, günümüzde gerek Alman ve İsviçre hukuklarında, gerekse Türk hukukunda “karma sözleşme” olarak kabul edilmektedirler. Ancak uygulamada getirilen çözümlerde farklılıklar görülmektedir. Örneğin Alman hukukunda, kabul sözleşmesinin çeşidi ne olursa olsun, hizmet sözleşmesi hükümleri uygulanır. İsviçre hukukunda, hasta ile özel hastane arasındaki ilişki, aynen serbest çalışan bir hekim ile hasta arasındaki hukuki ilişkide olduğu gibi, “vekâlet” olarak nitelenmektedir. Türk hukukunda ise, hastaneye kabul sözleşmesinin, asıl edimini oluşturan tıbbi tedavi ediminin ait olduğu tip, yani vekâlet sözleşmesi hükümlerine tabi tutulması, ancak diğer yükümlülüklere ilişkin tipik sözleşme hükümlerinin de niteliklerine uygun düştüğü oranda kıyasen uygulanması amaca elverişli olacağı belirtilmiştir.Hastane işleticisinin “hastane bakımı” kavramı içinde yer alan edimleri konusunda her hal ve şart için geçerli olabilecek kesin bir sayma yapmak mümkün değildir. Ancak, sözleşmede açıkça kararlaştırılmamış olsa bile hastanın sağlık durumu, hastalığın tipi ve ağırlığına göre dürüstlük ilkesinin (T.M.K. m.2) zorunlu kıldığı bütün tedbirleri almak zorundadır. Aksi takdirde, gerekli testler yapılmadan hastalığın teşhisine gidilmesi; kan grubu tespitinde hata yapılması; cerrahi müdahalede kullanılan araç ve gereçlerin bozuk olması; ameliyatı takiben kullanılan kompresin gereğinden fazla sıcak olması ve yanıklara yol açması; ruh hastasının kontrol edilmemesi nedeniyle intiharı; yangına karşı gerekli tedbirlerin alınmaması; bozuk yiyecek verilmesi yüzünden zehirlenmelere yol açılması; yeterli ısıtma yapılmadığı için hastalığın ağırlaşması veya yeni hastalığa sebebiyet verilmesi gibi hallerde hastane işleticisi, oluşan zararı tazmin etmek zorundadır. Hastane yönetiminin somut organizasyon yükümlülükleri bulunmaktadır. Öncelikle hekim dâhil bütün sağlık personelinin seçimi, denetlenmesi ve organizasyonuna ilişkin görevlerini, gereği gibi yerine getirilmelidir. Örneğin, bir görevin uzmanı olmayan bir kişiye verilmesi halinde organizasyon kusuru söz konusudur ve yönetimin tazminat sorumluluğu söz konusu olur. Hasta, hastaneye kabul edilmekle hastane yetkililerinin himayesine girmiş olur ve o haklı olarak kendisine mümkün olan en iyi tedavi ve bakım hizmetinin verilmesini ister. Hastane işletmecisinin “organizasyon yükümlülüğü” aslında onun hastanın şahsına göstermekle yükümlü olduğu özen borcunun bir görünüm tarzından ibarettir. Hasta, hastaneye tam kabul sözleşmesinde, hastane bakım hizmetleri açısından sadece hastane işletmesini sorumlu tutabilmektedir. Sözleşmenin diğer tarafı olan hasta veya yasal temsilcisinin, özel hastanenin sunduğu tıbbi hizmete (Bu hizmete bakım hizmeti de girmektedir.) karşılık olarak daha önceden belirlenmiş belli bir miktar ücret ödemekle yükümlüdür. Ayrıca, hasta veya yasal temsilcisi, olanaklar ölçüsünde rahatsızlık ile ilgili belirtiler ve hastalığın seyri hakkında hastaneye bilgi ile beraber, varsa belgelerini de muayene sırasında hekime verilmesi gerekmektedir.(YHGK-K.2009/452).
Komplikasyon Nedir? Komplikasyon Halinde Tazminat Sorumluluğu Var mıdır?
Doktor, sadece malpraktis, yani tıbbi uygulama hatalarından sorumludur. Doktor, uygulamayı “tıbbi standart” kavramına uygun bir şekilde normal risk ve sapmalar çerçevesinde davranarak gerekli dikkat ve özeni göstererek yapmasına rağmen gelişen komplikasyonlar hastaya zarar vermişse, hasta komplikasyonlar konusunda bilgilendirilip onay alınmışsa, doktor veya hastane zarardan sorumlu tutulamaz. Komplikasyon, doktorun bilgi veya beceri eksikliğinden kaynaklanmayan, tıbbi standartlara uyulmasına rağmen önlenemeyen ve istenmeyen sonuçlardır.
Yargıtay yerleşik kararlarında komplikasyon kavramını şu şekilde tanımlamaktadır:
Komplikasyon, tıbbi girişim sırasında öngörülmeyen, öngörülse bile önlenemeyen durum, istenmeyen sonuçtur; ancak bunun bilgi ve beceri eksikliği sonucu olmaması gerekir. Bu tanıma göre, hekimin tıbben kabul ettiği normal risk ve sapmalar çerçevesinde davranarak gerekli dikkat ve özeni göstermesine rağmen ortaya çıkan istenmeyen sonuçlardan yasal olarak sorumlu olmayacağı belirtilmektedir. Hasta tıbbi uygulama sırasında ve sonrasında kusur olmadan da oluşabilecek istenmeyen sonuçları, komplikasyonları bilirse ve uygulamaya onay verirse tıbbi müdahale hukuka uygun olur. Hastada oluşan zararlı sonuç öngörülemiyor ve önlenemiyorsa veya öngörülebilse bile (hastanın yeterince aydınlatılmış, onayı alınmış olması ve uygulamada kusur olmaması şartı ile) önlenemiyorsa bu durumun komplikasyon olarak kabulü gerekmektedir. Yine bu noktada, tıbbi standartlardan sapılmaması, mesleki tecrübe kurallarına riayet edilmiş olması gereklidir. Yine meydana gelen komplikasyon sonrası süreçte de uygulanan teşhis ve tedavinin de tıp kurallarına uygun olması gerekmektedir. Bu noktada komplikasyon sonrası yönetim süreci de hizmet kusurunun varlığını tespit etme adına önem arzetmektedir.
Malpraktis (Doktor Hatası) Maddi ve Manevi Tazminat Davasında Görevli Mahkeme
Tıbbi malpraktis nedeniyle eser veya vekalet sözleşmesine dayanılan hallerde görevli mahkeme “tüketici mahkemesi” olarak düzenlenmiştir (6502 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun m.3/1-L):
Bağımsız çalışan doktorlar aleyhine açılacak maddi ve manevi tazminat davaları tüketici mahkemesinde görülür.
Şirket, adi ortaklık veya gerçek kişilerin işletici olduğu özel hastaneler aleyhine açılacak maddi ve manevi tazminat davalarına bakmaya tüketici mahkemeleri görevlidir.
Kamu hastaneleri veya sağlık kuruluşları aleyhine tıbbi malpraktis nedeniyle açılan maddi ve manevi tazminat davalarına bakmaya görevli mahkeme “idare mahkemesi” olarak düzenlenmiştir:
Tüm kamu hastaneleri; yani devlet hastanesi, araştırma hastanesi, ruh ve sinir hastalıkları hastanesi vb. gibi hastanelerde meydana gelen tıbbi malpraktis hallerinde, tam yargı davası olarak nitelendirlen maddi ve manevi tazminat davalarına bakma görevi idare mahkemesine aittir.
Vakıf üniversitesi veya devlet üniversitesi hastanelerinde meydana gelen doktor uygulama hataları nedeniyle maddi ve manevi tazminat davalarına bakma görevi idare mahkemesine aittir.
Aile sağlığı merkezi veya benzeri nitelikteki kamu sağlık kuruluşlarına karşı açılacak maddi ve manevi tazminat davalarına bakma görevi de idare mahkemesine aittir.
Özellikle belirtelim ki, hizmet kusurundan ayrılabilen kişisel kusura dayalı doktor hataları nedeniyle açılacak tazminat davaları adli yargı yerlerinde görülmektedir (HGK-K.2001/643)
Tıbbi malpraktis nedeniyle doktorun sigorta şirketine karşı açılacak davalarda görevli mahkeme “asliye ticaret mahkemesi” olarak düzenlenmiştir (6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu m.4/1-a):
Tarafların tacir olup olmadıklarına bakılmaksızın 6102 sayılı Ticaret Kanunu’nda öngörülen hususlardan doğan hukuk davaları mutlak ticari dava olarak kabul edilmiştir (6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu m.4/1-a). Doktorun tıbbi uygulama hatasını sigortalayan sigorta şirketine karşı açılacak tazminat davası, 6102 sayılı TTK’nın 143 vd. maddelerine göre yürütülecektir. Sigorta şirketinin ticari faaliyeti kapsamında doktor ile yapmış olduğu sigorta sözleşmesi mutlak bir ticari iş olarak kabul edildiğinden, sigorta şirketine karşı açılacak maddi tazminat davasında görevli mahkeme asliye ticaret mahkemesidir.
Malpraktis (Doktor Hatası) Maddi ve Manevi Tazminat Davalarında Yetkili Mahkeme
Malpraktis nedeniyle açılan maddi ve manevi tazminat davasının hangi yerdeki mahkeme tarafından yürütüleceğinin belirlenmesine ilişkin kurallara yetki kuralları denilmektedir. Örneğin, İstanbul’daki bir hastanede gerçekleşen bir ameliyat nedeniyle açılacak tazminat davalarına kural olarak İstanbul Mahkemeleri bakmakla yetkilidir. Ancak, bazı durumlarda özel yetki kuralları nedeniyle başka yerlerdeki mahkemeler de yetkili olabilmektedir.
Malpraktis nedeniyle açılacak maddi ve manevi tazminat davalarında genel yetkili mahkeme şu şekilde belirlenir:
Genel Yetkili Mahkeme: Malpraktis nedeniyle açılacak tüm maddi ve manevi tazminat davalarına bakmaya genel yetkili mahkeme davalı gerçek veya tüzel kişinin davanın açıldığı tarihteki yerleşim yeri mahkemesidir (HMK m.6). Örneğin, özel veya kamu hastanesinin bulunduğu yer veya özel muayenehane sahibi doktorun yerleşim yeri mahkemesi yetkili mahkemedir. Davalı birden fazla ise dava, bunlardan birinin yerleşim yerimahkemesinde açılabilir (HMK m.7/1). Genel yetkili mahkeme, yani davalının yerleşim yerindeki mahkeme tüm görevli mahkemelerde (idare mahkemesi, tüketici mahkemesi, asliye ticaret mahkemesi) açılacak malpraktis davalarında yetkilidir.
Malpraktis nedeniyle maddi ve manevi tazminat davası açan davacı genel yetkili mahkemede dava açabileceği gibi aşağıdaki hallerde özel yetkili mahkemede de dava açabilir:
Tüketici Mahkemesinde Sözleşmenin İfa Yeri: Tüketici mahkemelerinde açılan eser veya vekalet sözleşmesinden kaynaklanan doktor hatası nedeniyle maddi ve manevi tazminat davası sözleşmenin ifa edileceği yerdeki tüketici mahkemesinde de açılabilir (HMK m.10). Yani, teşhis, tedavi (örn, ameliyat, ilaç tedavisi) veya bakımın yapıldığı yerdeki tüketici mahkemeleri de davaya bakmaya yetkilidir.
Tüketici Mahkemesinde Davacının Yerleşim Yeri: Tüketici davaları, tüketicinin yerleşim yerinin bulunduğu yerdeki tüketici mahkemesinde de açılabilir. (6502 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun m.73/5) Tüketici mahkemesine açılacak malpraktis davalarında tüketici olarak kabul edilen hastanın yerleşim yerindeki tüketici mahkemesi de davaya bakmaya yetkilidir.
Haksız fiil nedenine dayalı malpraktis maddi ve manevi tazminat davası, yukarıda belirttiğimiz genel yetkili mahkemede açılabileceği gibi aşağıdaki mahkemelerde de açılabilir (HMK md. 16):
Haksız fiilin işlendiği yer mahkemesinde tazminat davaları açılabilir.
Zarar haksız filin işlendiği yerden başka bir yerde meydana gelmişse, zararın meydana geldiği yerde de tazminat davası açılabilir.
Haksız fiillerde zarar görenin ikametgahında da tazminat davası açılabilir.
Malpraktis Maddi ve Manevi Tazminat Davası Açma Süresi (Zamanaşımı)
Kamu hastanelerine (devlet hastanesi, üniversite hastanesi, araştırma hastanesi veya aile sağlığı merkezi sağlık kuruluşları vb.) karşı idare mahkemesinde hizmet kusuruna dayalı olarak malpraktis nedeniyle maddi ve manevi tazminat davası açılmadan önce, zararın ve doktor hatasının öğrenilmesi tarihinden itibaren bir yıl ve her halukarda olay tarihinden itibaren 5 yıl içinde ilgili idareye yazılı bir şekilde başvurularak maddi ve manevi tazminat talebinde bulunulması gerekir. (2577 sayılı Kanun m.13). İdarenin tazminat talebini kısmen veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren 60 gün içinde malpraktis nedeniyle tam yargı davası açılmalıdır. İdare, istek hakkında 30 gün içinde cevap vermediği takdirde bu sürenin bittiği tarihte istek reddedilmiş sayılır. İsteğin reddedilmiş sayılmasından itibaren, 60 günlük dava açma süresi içinde doktor hatası nedeniyle tam yargı davası açılabilir (İdari Yargılama Usulü Kanunu m.11). Özellikle belirtelim ki, idareye karşı açılan davalarda ceza hukukundan kaynaklanan uzamış zamanaşımı süreleri geçerli değildir.
Haksız fiile dayalı olarak özel hastane veya doktorlara açılacak malpraktis davalarında zarar görenin zararı ve tazminat yükümlüsünü öğrendiği tarihten başlayarak iki yılın ve her hâlde fiilin işlendiği tarihten başlayarak on yılın geçmesiyle zamanaşımına uğrar. Ancak, tazminat ceza kanunlarının daha uzun bir zamanaşımı öngördüğü cezayı gerektiren bir fiilden doğmuşsa ceza davası zamanaşımı hükümleri uygulanır (BK m.72).
Vekalet sözleşmesine dayalı olarak özel hastaneler veya doktorlar aleyhine tüketici mahkemelerinde açılacak tazminat davalarında zamanaşımı süresi 5 yıldır (6098 sayılı B.K. m.147/5). Örneğin, özel hastanede yapılan ameliyat sırasında hastanın bedeninde yabancı madde unutan dotor veya hastane aleyhine açılacak malpraktis davasının zamanaşımı süresi 5 yıldır.
Eser sözleşmesine dayalı olarak özel hastane veya doktor aleyhine tüketici mahkemesinde açılacak malpraktis davalarının zamanaşımı süresi de 5 yıldır (6098 sayılı B.K. m.147/6). Doktorun tıbbi uygulama konusunda ağır kusuru varsa yapılan işlemin niteliğine bakılmaksızın zamanaşımı süresi 20 yıldır (BK m.478). Estetik ameliyat, protez diş yapılması, lazer epilasyon vb. güzellik hizmetleri eser sözleşmesi kapsamında yerine getirilmektedir.
Tıbbi müdahaleden önce hastadan gerekli izin veya onay alınmadan vekaletsiz iş görme gerekçesiyle açılan malpraktis davalarında zamanaşımı süresi 10 yıldır (BK m.146).
Özellikle vurgulayalım ki, sözleşmeye aykırılık gerekçesiyle doktor hatası nedeniyle açılan maddi ve manevi tazminat davalarında ceza davası zamanaşımı süreleri uygulanamaz.
Adli Tıp raporu ile işgücü kaybının oluşmasında kazadan sonra davacının tedavisini üstlenen davalı doktorların da 1/8’er oranda kusurlu olduklarının tespit edildiği ileri sürülerek, fazlaya ilişkin hakların saklı tutularak 4.483,88 TL. tazminatın davalılardan tahsiline karar verilmesi istenilmiştir. Mahkemece; istemin haksız fiile dayalı tazminat davası olduğu ve zamanaşımı süresinin dolduğu gerekçesiyle davanın zamanaşımı sebebiyle reddine karar verilmiş, hüküm davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Davada; kazada yaralanan davacıyı tedavi eden davalı doktorların yanlış yöntem uygulamaları sebebiyle davacının bacağının kısa kaldığı ileri sürülerek maddi tazminat isteminde bulunulmuştur. Dava dilekçesinde açıklanan hususlar dikkate alındığında davadaki istem haksız fiile değil, vekalet sözleşmesine dayanmaktadır. Yani, vekil konumunda olan davalı doktorların tedavi sırasında özen borcuna aykırı davrandıkları ileri sürülmüştür. Bu durumda uygulanacak olan zamanaşımı süresi, Borçlar Kanunu’nun 126/4. maddesinde belirtilen beş yıllık zamanaşımı süresidir. O halde; davacıdaki işgücü kaybının tespit edildiği ve iddia edilen bu kayıpta davalıların da kusurlu olduklarının belirtildiği 12.7.2004 tarihli Adli Tıp 3. İhtisas Kurulu raporunun davacı vekiline 7.12.2004 tarihinde tebliğ edildiği dikkate alınarak, bu tarihle dava tarihi arasında 5 yıllık zamanaşımı süresi dolmadığından zamanaşımı itirazının reddiyle davanın esasının incelenmesi gerekirken yazılı gerekçeyle hüküm tesisi doğru olmayıp, bozmayı gerektirmiştir.(Y3HD-K.2010/5764)
Malpraktis Halinde Doktorun Ceza Hukuku Sorumluluğu
Tıbbi malpraktis suç teşkil ediyorsa, ceza hukukuna göre doktorun cezai sorumluluğu doğacaktır. Suç, kasten veya taksirli bir hareket ile işlenen hukuka aykırı bir fiildir.
Doktor uygulama hatası, mağdura karşı taksirli veya kasıtlı bir hareketle işlendiğinde suç teşkil etmektedir. Tazminat sorumlusu doktorun suç teşkil eden fiili neticesinde yaralanma meydan gelmişse taksirle yaralama suçu, ölüm meydana gelmişse taksirle ölüme neden olma suçu işlenmiş olur.
Malpraktis (Doktor Hatası) Tazminat Davası Kime Karşı Açılır?
Kamu hastanelerinde meydana gelen yanlış tıbbi uygulamalar nedeniyle tazminat davaları doğrudan ilgili kamu kurumuna karşı açılabilir. Devlet memuru statüsündeki doktor aleyhine doğrudan tazminat davası açılamaz (Anayasa m.129/5). Kamu kurumunun doktora rücu hakkı saklıdır.
Özel hastanelerde gerçekleşen hatalı tıbbi uygulamalar nedeniyle tazminat davası, hem yanlış teşhis veya tedaviyi yapan doktor hem hastane işleticisi hem de doktorun hatasını sigortalayan sigorta şirketi aleyhine birlikte açılabilir.